DÜNYAYI KURTARMAYA ÇALIŞAN AZINLIK KİTLEYE...

Hep imrenmişimdir. Bir konferans salonunda otururken, ayak ayak üstüne atarak, öndeki koltuğa üstteki ayağını dayayıp ,hafifçe bileğinden bükerek  oturan insanlara... Ama maalesef ben;uzun bacaklarımı sığdıramam, ayak ayak üstüne atsam da , ayaklarım değil, dizlerim kendi kendine dayanır öndeki koltuğa.
Bugün olduğu gibi mesela...
Bugünü anlatmayacağım,
Yazıma kaldığım yerden de devam etmeyeceğim.
Bu  yazıyı, dünyayı kurtarmaya çalışan azınlık kitleye gönderiyorum.
Bu konu, geçen hafta sonu başlayıp,  bugün noktalanan bir süreçle ilgili...
Çok düşündüm. Değişmeye karar verdim. Kolay mıdır bilemiyorum. Ama denemesi bedava:)
Hayattan ne kadar çok şey bekliyoruz. Onu eleştiriyoruz, şunu kafamıza takıyoruz, gün içinde olan biteni düşünüp, acaba yanlış mı yaptım deyip kendimizi sorguluyoruz.Hepimizde bir huzursuzluk var, huzursuz olunca da mutsuzuz.Her şey istediğimiz gibi olmalı, istediğimizin dışında gerçekleşen olaylar bizi mutsuz ediyor, bu olaylardaki şahıslara selam bile vermeyecek kadar düşmanca tavırlar sergiliyoruz.Biz nedenlerle uğraşırken, karşımızdaki hala bizi yargılıyor. Bizim derdimiz onunla değil ama, o üstüne alınıyor, konuya bodoslama dalıyor. Bu bizi hasta ediyor. Ya da insanların acımasızlığını kafamıza takıp, üzülüyoruz. Bize selam vermeden geçen meslektaşımızın bu davranışını evirip çeviriyoruz. Neden diyoruz? Neden? Biz bu kadar güleryüzlüyken, neden?
Ve bir çok şey...

Bugün öğrendiğim, çok güzel sözler paylaşacağım sizinle
1-Yeni manzaralar aramak yerine, yeni gözler geliştirin.
Duyduğum anda, evet dedim. Hepimiz bu olmalıyız. Maalesef, hayatı biz kurtaramıyoruz, maalesef yanlışları düzeltemiyoruz. Yanlışı eleştiriyoruz, elde var sıfır.
O zaman: hiç ama hiç bir şeyi ''takma kafana'' demeliyiz kendimize.
2-Dün sabaha karşı kendimle konuştum
   Ben hep kendime çıkan yokuştum
   Yokuşun başında bir düşman vardı
   Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum
Bazen bizler, bizim için çok çok doğru olan değerlerimize bile sahip çıkamıyoruz. Konuşmamayı öğrettiler bizlere...
Hangisi doğru bilemiyoruz.
3-Düşüncelerimizin katlanması mı güzel zalim kaderin yumruklarına oklarına, yoksa diretip bela denizlerine karşı dur yeter demesi mi? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi...(shakespeare)
Düşüncemizin karışması mı gerek dünyanın derin sularına, yoksa karışması mı gerek oklarımızın dünyanın çorak topraklarına? diye sorayım aynı dille...
Ve beni etkileyen bu sözlerden sonra Polat Onat'ın sitesindeki bir söz; daha çok dikkatimi çekti tabi. Algılarım açık olunca, beynime algıda seçicilik yaşattım ve şu sözü kes yapıştır yaptım, çok doğru,
çok çok doğru. Ama üzüldüğüm şey;bunu söylerdim, ama henüz öğreniyorum.Ne kadar geç kalmışım, haklı hakkını savunurken bir tek ben onun yanındayım, yardıma ihtiyacı olana yardım eden tek kişi ben kalmışım. Herkes susuyor, herkes başkalaşmış, herkes düzene boyun eğiyor. Herkes konuşmaktan korkuyor. Herkes güçlünün yanında, ezik daha çok eziliyor. Ve ben takıldım kaldım bir müddet... Çıkamadım işin içinden. Nasıl düzeltebilirim dedim, gözümün önünde olup biten öyle çok şey oldu ki... Ve, baktım ki hep yalnızım. Doğrular yanlış olmuş,  değerlerim yok olmuş... Dünyayı kurtaran kadın ben miyim dedim kendi kendime:(
Sonra; şöyle bir örnek soruma cevap oldu ve konuya noktayı koydu.
-Neden öğreniyoruz?
Merak ettiğmiz için mi?
Belki ilgimizi çeken şeyleri.
Okulda neden öğrendik ya da öğreniyoruz?
yüksek not almak için.
Kim pisagor bağıntısını merak ettiği için öğrendi?
100 kişiye sorsak 100ü de sınavdan iyi not almak için cevabını verecektir. Öyle değil mi? Küçük sınavlar, büyük sınavlar. Hayatımızda hep sınav vardı.
Sınavları kaldırırsak ne olur peki?
Kimse çalışmaz, kimse merak etmez bilgiyi (bilim adamları hariç)
O zaman bu sistem devam etmeli mi, etmemeli mi?
Soru işareti...
..............................................
Hep imrenmişimdir. Bir konferans salonunda otururken, ayak ayak üstüne atarak, öndeki koltuğa üstteki ayağını dayayıp ,hafifçe bileğinden bükerek oturan insanlara... Ama maalesef ben;uzun bacaklarımı sığdıramam, ayak ayak üstüne atsam da , ayaklarım değil, dizlerim kendi kendine dayanır öndeki koltuğa.
Bugün olduğu gibi mesela...
Artık sadece böyle basit hayaller kuracağım. Ve gülümseyeceğim.
Artık kimse, içimdeki beni tanımayacak. Çünkü ben de onu tatile göndereceğim. Aşık olsun, si olup gitsin. Çok yoruldu çok. Hem kendisi yoruldu hem de beni yordu...

3-Dünya hayatında hiçbir şey istememeye çalıştığımda mutluluğu, hiçbir şey istememeyi başardığımda huzuru buldum.
Polat Onat
NOt:  ''Elif'' i okumadıysanız okuyun. Bu arada şuna inanıyorum. Ne ile ilgileniyorsan, onu çekiyor düşüncelerinin enerjisi. Bu haftanın üzerine bu yazılar, bu konular, konuşmacılar çıkıverdi karşıma...

MİSİ'NİN İKİNCİ MİMİ VE MİSİ'NİN MİMLİ KURABİYESİ

Öncelikle kuulumsu kadına teşekkür ederim.Beni mimlemiş arkadaşım.Açıkçası ben de bu furyaya katılmadan önce, mim nedir ki acaba diye düşünmüştüm,'' seni mimledim'','' beni mimlemiş '' gibi , bir MİM muhabbeti dönüyor. İyi bi şey mi, yoksa kötü bi şey mi dedim içimden , ama kuul arkadaşım; ''yenilir içilir mi acaba'' diye düşünmemiştim. İtiraf edeyim; google'a ''mim çöreği'' yazıp arattım, mutlaka vardır yoksa böreği vardır.Ben de burada ''meğer yeniliyormuş '' diye espri patlatırım diye düşündüm. Maalesefen efendim, yokmuş öyle ne çörek, ne börek...
Ama benim sürekli yaptığım çok güzel bir kurabiye var(ve şu anda başlığa ekleme yaptım.ve'den sonrasını...) adsız kurabiye olan adını MİMLİ KURABİYE olarak değiştiriyorum.
Ama lütfen, lütfen deneyin. Bayılacaksınız..................tarifi verip, Mim konuma döneceğim.
MİMLİ KURABİYE
Malzemeler:
Yarım kilo mısır nişastası
250 gram margarin( eritin)
2 yemek kaşığı un
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
2 yumurta
1 bardak toz şeker
Yapılışı:
Yağ ve şekeri iyice ovaladıktan sonra diğerlerini katıp yoğurmaya devam edin. İyice yoğurduktan sonra, küçük parçalar halinde yuvarlayın.Avucunuzun içinde hafif bastırıp, fırın tepsisine dizin.15-20 dakika 170 derece sıcaklıkta pişirin. Kurabiye; sen de mimlendin:)
Şimdi gelelim asıl konuya:
Anket mimimize başlıyorum:
1-Kendini seviyor musun?
Seviyorum tabi ki; insan kendini sevmeden yaşayabilir mi? Bu nasıl bir soru? Hatta bazen kendimle konuşur, kendime övgü dolu sözler söylerim:) Bunu başkasından beklemem, siz de yapın bence, acayip motive ediyor.
2-Yapmaktan hoşlandığın şeyler?
1) Çok sevdiğim arkadaşlarımla ya da sevgili anneciğimle okul çıkışı bir  kahve muhabbeti yapmak
2)Çocuklar uyuduktan sonra, eşimle sohbet etmek
3)Çocuklarımı kucaklamak; işte o anlarda hayatın gerçek anlamını fısıldıyor hayat kulaklarıma.
4) Kocacığımla puzzle yapmak
5)Çocuklarım yanımda oynarken bloga yazmak
6)Bir bardak bitmeden sarhoş olmak(O halimi ayrıca seviyorum. En rahat halim:)
(Hep içki içenler, içkinin tadını bilmezler.PRİOR)
7) Ve İstanbul'u dinlemek, gözlerim kapalı

3-Hedeflerin nelerdir?
Kendimi mutlu etmek. Mutlu olacağım yerdeyim, elimden geldiğince mutlu olacağım şeyleri yapmaya çalışıyorum. Ben mutlu olunca sevdiklerim de mutlu oluyor. Hedefim bu kadar küçük; ama bu küçük hedef benim büyümemi sağlıyor:)
4-Kendini bir cümleyle anlatabilir misin?
Anlatamam. Ben bile tanımıyorum:)
5-Nefret ettiğin şeyler?
Kincilik ve sevgisizlik.( Ben bunu hep söylüyorum. Yazmak ta istiyorum ayrıca bunun üzerine)
6-Favori film, şarkı, kitap?
Kitap: Serenat, kundakçı, Elif,( virgül var, bitmez)
Film: ''Kasım'da aşk başkadır'' ''Zor tercih'' İkisi de eski.
Şarkı:''Herkes aynı hayatta'' (pinhani)  ilk aklıma bu geldi, aslında şarkı çok var.
7-İlham aldığın kişiler kimlerdir?
Şems-i Tebrizi
Beşinci Kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır.
Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını.
"Aman sakın kendini" diye tembihler.
Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: " Bırak kendini, ko gitsin! "
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer.
Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

8-Death Note'u sen bulsaydın ne yapardın?
Bende de komplo teoriler iyidir.  Bana zarar vermeyene dokunmam da, benimle uğraşanı yazarım. Var bir kaç kişi aslında, onlar şimdilik sol sütunda dursun. Böylesi daha hayırlı:)
Şimdi bir kaç arkadaşımı mimliyorum. Tekrar teşekkür kuulumsu.
kahveli missbonn
elmyra
ipek böceği
7.oda
fragile
 


HERKES AYNI HAYATTA

Bu şarkı benim için çok şey ifade ediyor. Hani defalarca dinlersin, sıkılmazsınlar vardır ya.Sıkılmadan dinleyebileceğim müzik ve sözler...
Yıllar önce SINIF adlı bir dizi film başlamıştı.Dizi müziğiydi hatırlayanınız var ise...
Bir kaç bölümü yayınlandı, çok severek başlamıştım bu diziye, sonra yayından kaldırdılar, gençlere kötü örnek oluyormuş falan  muhabbeti...

KAÇIŞ

Bir kaçış bu! Bu kaçışta kaybettik. Bu kaçışta düşürdük insanları birbirine, ve; ağlamayı bıraktık, bırakamadık ağlatmayı...
Evet, hepimiz birilerine ağladık, ve sonra öğrendik birilerini ağlatmayı, unuttuk sevmeyi...
............
Sesler yükselirken çırpınışlardan, ben oyuncaklarımla oynardım. Büyüdüm, biraz daha büyüdüm.Ve sesler zamanla kayboldu, İçindeydim bu seslerin.Taşlarımı denize her atışımda sessizlik azalıyordu. Taşlarım bitti, taşlarımın bittiği yerde bir sonsuzluk var oldu, benim de sesim yükseldi.
Sessizlik yok oldu.
***
Şimdi güneş yeniden doğuyor, ilk defa yakıyor hep ısıtan ışığı. Çok uzaklardan sonsuzluğa ulaşan bu ses benim sesim. Ben sonsuzluk çizgisiyle ip atlarken, o ufak taşları suya atıyordu ufak çocuklar. Çok derinlere dalıyorum, topluyorum bu taşları. Üzerlerinde ellerimin izini aramaya devam ediyorum.
Kim bilir kaç taş attım denize?
Elimdeki taşlar bitince mi büyüdüm?
Çok derinlere daldım. Daldığımda topladım o taşları. Üzerlerinde ellerimin izini aradım. Bulamadım... Ufacık bir iz olsun istedim çocukluğumdan, göremedim, tüm izler silinmiş gitmiş.
Öğrendim ki; Ben büyüyünce taşlar da büyümüş...